27 Ağustos 2008 Çarşamba

Küresel Sıcaklıkta 2-3 C Derece Artışın Getirecekleri


Aşağıdaki özet, 15 Ağustos, 2007 günü Avustralya Melbourne Üniversitesi’nde yapılan bir münazaradan alınmıştır. – Tayfur Cinemre; 16.08.2007


ABD Hükümetinin önde gelen İklim Bilimcisi James Hansen, küresel ısınmanın sanayi öncesi döneme göre 1.7 C artması halinde, düşünülen bütün senaryoların alt-üst olacağını söyledi. Hansen’e göre, bu artışı ya daha düşük tutmalıyız, ya da gezegenimizde olacak çok büyük değişikliklere hazırlanmalıyız. Hansen, 2-3 C lik bir artışın, Arktik denizindeki buzları (kuzey kutbu) yok edeceğini, deniz seviyesinde felaket boyutunda bir artışa sebep olacağını ve Batı Amerika, Güney Avrupa, Orta Doğu ve Afrika’da bir “süper kuraklığa” yol açacağını ifade etti.


Böyle bir durum, aslında çok daha büyük bir felaketi tetikleyecektir, çünkü bunun yaratacağı pozitif geri besleme (positive feed-back, yani kendi kendini hızlandıran süreçlere verilen ad) sonucunda, Arktik denizinin altında depolanmış olan metanın eriyerek atmosfere karışması, 55 milyon yıl önce olduğu gibi gezegenimizde yaşayan türlerin % 90’ının sonunu getirecektir.


Oysa dünyada bazı politikacılar, IPCC’nin (Inter-Governmental Panel for Climate Change – İklim Değişikliği için Hükümetler-Arası Panel) Mayıs 2007 raporunda ortaya konan 2 C lik artış hedefinin tutturulmasının mümkün olmadığı, bu yüzden hedefin 3 C’ye çıkarılması gerektiği konusunda lobi faaliyetlerine başlamış bulunuyorlar.


Şunu açıkça ifade etmek gerekir ki, önerilen bu 3 C lik artış, bir hedef olamaz; bu ancak, gezegenimizin mezar taşının yazısı olabilir.


Nicholas Stern, IPCC’nin 2C’lik hedefinin, bugünkü koşullar altında “ulaşılamaz” olduğunu söylüyor. Bu hedef, önümüzdeki 5 yılda emisyonların artmaya devam edeceği, ondan sonra ise keskin bir şekilde düşeceği varsayımına dayanmakta ki bunun olabilmesi, bugünkü koşullarda ne ekonomik ne de politik olarak mümkün görünmüyor. Bu sürecin olduğu gibi devam etmesi halinde (business as usual), 3 C’lik artışın daha gerçekçi bir hedef olduğu söyleniyor. Avustralya Tarım ve Kaynak Ekonomi Bürosu (ABARE) eki başkanı Dr. Brian Fisher, “Şu anda küresel emisyonlar o kadar hızlı artıyor ki, 2 C’lik hedefin tutturulmasının imkansızlığı giderek ortaya çıkıyor. Mevcut gidişe göre, 2 C’nin üstünde bir artışı beklemek daha gerçekçi olur” diyor.
Bugün, sanayi öncesine göre 0.6 C’lik bir artış bile, dünyanın iklimini kırılma noktasına yaklaştırmış gibi görünüyor. 1.0 C lik bir artışta ise, Grönland’ın bütün buzları geri döndürülemez bir şekilde eriyebilir.


IPCC’nin hedefi olan 2 C’lik artışta ise, şu anda yaşayan türlerin 1/3’ü yok olacaktır. Bu kaçınılmaz bir gerçektir. 3C’lik bir artışta ise, tüm yağmur ormanları yok olacak ve bu, dünyanın karbon çevrimi tersine döndürerek toprak ve bitkilerin, karbon emicisi değil, tam tersine karbon salıcısı haline gelmesine yol açacaktır. Bu da atmosferi, öngörülen 3.0 C’nin üstünde, 1.5 C daha ısıtarak sıcaklığı 4.5 C’ye çıkaracaktır.


İngiliz Çevre Bakanı (şimdiki Dış İşleri Bakanı) David Miliband, bu gidişi durdurmak için, 2050 yılına kadar, tarım dışındaki tüm faaliyet alanlarında karbon emisyonunun sıfıra çekilmesi gerektiğini ısrarla vurguluyor.


Thomas Homer-Dixon yeni yayınladığı Ters-Yüz (Upside Down) adlı kitabında, “emisyonlar korkunç bir hızla artıyor ve bugün, şimdiye kadar olduğundan da (business as usual) daha kötü durumdadır. Bu, IPCC’nin öngördüğü en kötü senaryodan bile daha kötüdür. Ve bunun durdurulması için gereken politik inisiyatif ne yazık ki bugün çok yetersizdir ve işin aslına bakılırsa bu konuda çok geç kalınmıştır. Emisyon artışının son yıllarda hızlandığının kesin kanıtları mevcuttur. Eğer ekonomi bir 10 yıl daha “bugüne kadar olduğu gibi” (business as usual) devam ederse, sıcaklık artışını 2 C’de durdurabilmek için artık çok geç olacaktır.
Bugün çok acil ve dramatik önlemler alınması şarttır.


Dünyamız, tarihinde şimdiye kadar görülmemiş bir acil durumla karşı karşıyadır ve bu gidişi durdurmak ancak ve ancak tüm dünyada bir acil durum seferberliği başlatılmasıyla mümkün olabilir.


Bunun ise, bugüne kadarki politikalarla ve bugüne kadarki neo-liberal pazar ekonomisiyle sağlanabilmesi mümkün değildir. Karbon pazarı oluşturarak bu işin altından kalkılabileceğini, ya da düşük karbon teknolojisine süreç içinde yavaş bir geçişin yeterli olacağını sanmak kelimenin tam anlamıyla saf dillik olur.

Alışkanlıklarınızı Terk Etmeniz İçin 12 Adım


* Bu yazı UNEP tarafından hazırlanmış “Twelve Steps to Help You Kick the CO2 Habit” metninin özet çevirisidir. (http://www.unep.org/wed/2008/english/Information_Material/factsheet.asp)
Birey, kurum, özel sektor ya da devlet kuruluşu; ne olursanız olun karbon ayak izi olarak da tanımlanan, karbon salımlarınızı azaltmak için atabileceğiniz birçok adım var. Belki bugüne kadar nereden başlayacağınızı bilemediniz. İşte bu yazıyı okuyarak başlamış oldunuz.

1. Taahhütte bulunKarbon ayakizini azaltmanın herhangi başka bir iş yapmaktan farkı yok. İnsanlara karbon salımınızı azaltacağınızı söylemek çok basit birşeymiş gibi görünse de fakir almak bile yaratıcı ve yeni çözümler sağlayableceğinden etkili bir başlangıç olabilir. Kosta Rica, Yeni Zelanda ve Norveç’in önderliğinde birçok ülke geçen aylarda karbon nötr olacaklarını açıkladı. Birleşmiş Milletler kendisi de karbon nötr olmaya başladı.

2. Bulunduğun noktayı değerlendirSera gazlarını azaltmanın ilk adımı kişinin nerede ve ne şekilde bu gazların ortaya çıkmasına neden olduğunu bilmesir. Kişiler ve küçük işletmeler için online hesap makineleri ve iç değerlendirmeler başlangıç için yeterlidir. Daha büyük kuruluşlar yeni ISO 14064 standartları ya da World Resources Institute ve World Business Council for Sustainable Development’ın oluşturduğu Sera Gazı Protokolü gibi daha uzman işi öneri ve araçlara ihtiyaç duyabilirler.

3. Hangi noktaya varmak istediğine karar ver ve plan yap İklimle ilişkili olarak yapılacak risk ve fırsat değerlendirmesine bağlı olarak bir strateji ve eylem planı geliştirilebilir. Hedef koymak, çabaları bir noktaya odaklamayı sağlar ve başarıyı ölçmek için bir gösterge olur. Kabon salımını azaltmaya yönelik bir planda öncelikle kullanılan enerji tipi ve onu kullanış şekline bakılır. Bu enerjinin kullanımını azaltmak hemen tasarruf sağlar.

4. Yaşantını karbonsuzlaştırKullandığımız ya da yaptığımız her şey bir şekilde karbon barındırır. Bu ürünün kendinden ya da yapılışında kullanılan enerji ve malzemeden kaynaklanıyor olabilir. Alınan kararlarda iklim dostu kriterleri dikkate almak giderek yayılan bir etkiyi tetikleyebilir.
Tüketiciler, üreticiler ve kanun koyucular “düşük karbon”lu ve “iklim dostu” yöntemlerin çoğalacağına inanmalı. Ambalaj konusunda örnek verirsek; Amerika’nın perakende devi Wal-Mart oyuncak satın aldığı bir firma ile 16 ürün üzerinde ambalaj miktarını azaltmak için bir çalışma yaptı. Bu şekilde oyuncak firması ambalaj harcamasını azaltırken, Wal-Mart da ürünü dağıtmak için 230 tane az konteynır kullandı. Bu da 356 varil petrol ve 1,300 ağaç az harcanması demek. Şimdi 16 ürünü 255’e çıkararak 1.000 varil petrol, 3.800 ağaç az harcamayı ve taşıma ücretini milyonlarca dolar azaltmayı planlıyor.

Karbon ayak izini azaltmanın bir diğer yolu da yolculukta daha az zaman ve enerji harcamaktır. Şehirlerde toplu taşıma alternatifi var; şirketler şirket araçlarında hibrit araçlara yatırım yapabilirler, çalışanlarını tek tek arabalarını kullanmaktan vazgeçirici önlemler alabilirler. Bireyler işe giderken bir arabayı birkaç kişi paylaşabilir ya da toplu taşımayı kullanabilir. Bazen basit eylemler çare olabilir. Bir şehirde insanlar, yapılacak basit düzenlemelerle bisiklet kullanmaya teşvik edilebilir.

5. Enerji verimli ol Yaşadığınız binaların, bilgisayarların araba ve diğer ürünlerin verimliliğini artırmak para ve enerjiden tasarruf etmenin, karbon salımını azaltmanın en hızlı ve karlı yolu. Burada enerji verimliliğinden kasıt, üretkenliği artırmak “daha az”la “çok” şey yapmak. Daha verimli binalar, arabalar, ürünler karbon salımını azaltmada doğrudan etkili oluyorlar. Yüksek performanslı, çevre dostu, enerji verimli araçlara, hizmetlere ulaşmak ekonomik açıdan artık daha mümkün.

Bazı basit tedbirler anında tasarruf sağlayabilir. Kullanılmayan ışığı, motoru, bilgisayarı, ısıtıcıyı kapamak önemli ölçüde enerji ve paradan tasarruf sağlar. Örneğin dizüstü bilgisayarlar masa üstü bilgisayarlardan, LCD ekranlar CRT ekranlardan daha az enerji harcar. Ayrıca bir ürünün kullanım ömrü bittiğinde ne yapacağınızı da düşünmek gerek. Örneğin bazı firmalar ömrü biten ürünleri geri alıyorlar ya da malzemeyi geri dönüştürüyorlar. Bir ürünü satın alırken enerji verimliliği sınıfına da dikkat edin. Mümkün olduğunca üst sınıf ürün almaya çalışın. Bu her zaman o ürünün daha pahalı olduğu anlamına gelmeyebilir.

Gereksiz seyahatten mümkün olduğunca kaçının. Internet ya da video konferans gibi iletişim yöntemlerini kullanmak kimi zaman seyahat ihtiyacınızı azaltabilir. Bir toplantıya bu şekilde de katılabilirsiniz.

Aydınlatma elektrik kullanımının yaklaşık yüzde 15-20’sini tutuyor. Enerji tasarruflu flüoresanlar artık her yerde bulunabiliyor ve 6-15 yıl kadar dayanıyorlar. Elektrik kullanımını ise normal aydınlatmalara göre %75 azaltıyorlar.

6. Daha az karbon üreten enerjileri seç Eğer mümkünse daha az karbon yayan enerji kaynaklarını kullanmaya yönelin. Genelde kömür gazın iki katı, güneş enerjisinin 6 katı, rüzgarın 40 katı ve hidro enerinin 200 katı salım üretir. Dünyanın birçok yerinde insanlar enerjilerinin bir kısmını yenilenebilir enerji kaynağından alabilme seçeneğine sahipler artık. Bu tür “yeşil seçimler”in yaygınlaşması yenilenebilir enerji arzının büyümesi için itici güç oluyor. Daha kalabalık topluluklar kendileri güneş enerjisi gibi düşük salımlı enerjili sistemlerini kurabiliyorlar. Örneğin Küresel Çevre Fonu (GRF) doğu ve güney Afrika’da yürüttüğü proje ile çay endüstrisinde küçük ölçekli hidro santrallerin kullanılmasını ve endüstriyel kullanım için şeker endüstrisinin tarımsal atıklarından kojenerasyon yöntemiyle elektrik üretilmesini sağladı.
Taşıma sektörü toplam enerjinin %25’inin harcanmasından ve özellikle petrol ve dizelden kaynaklanan sera gazı salımından sorumlu. Bundan vazgeçmenin birçok yolu var. Elektrik ve petrolü bir arada kullanan hibrid motorlar petrolün az kullanılmasını sağlarken salımı da azaltıyorlar. Ayrıca araçlar da yakıt açısından çeşitlilik gösterebiyorlar. Bugün doğalgazdan, LPG’ye, LNGye, biyoyakıta çeşitli alternatif yakıtlarla çalışan arabalar mevcut. Bunun için önce ek bir yatırım yapmak gerekse de sonuçta hem maliyet açısından hem de çevrenin korunması açısından daha karlılar.

Biyodizel ve biyoetanol; buğday, soya, mısır ve şeker kamışı gibi bitkilerden elde edilen biyoyakıtlardır. Genelde petrol ya da dizel ile karıştırılarak kullanılırlar ve hemen her araç tadilat ihtiyacı duymadan en fazla %10 oranında biyoyakıt barındıran kadar bu karışımı kullanabilir. Biyoyakıtları kullanabilmek üzere ayarlanmış araçlar ise biyoyakıt oranı çok daha yüksek karışımları kullanabilirler (örneğin %85 biyoetanol %15 petrol). Bugün Dünyanın birçok yerinde bu sistem giderek daha yaygınlaşıyor, bulması daha kolaylaşıyor.

7. Karbon karşılıklarına ve daha temiz seçeneklere yatırım yapGerek özel gerekse iş hayatınızda yapacağımız çevre dostu seçimlerin bir sınırı var. Bu nedenle karbon salımını azaltıcı başka aktiviteleri de desteklemek suretiyle enerji verimliliğine daha fazla katkı sağlamak mümkün. ‘Karbon karşılığı’ ya da ‘karbon kredisi’ olarak adlandırılan bu yöntemle tüm alanlarda karbon salımının azaltılmasına katkı sağlamak mümkün olmaktadır.
Şahıslar ya da şirketler karbon karşılığı konusunda çalışan firmalara yatırım yapmak suretiyle sera etkisine neden olan aktivitelere karşı üretilen projelere destek vermektedirler. İklim değişikliği küresel bir sorun olduğuna göre karbonun azaltılması neresinde gerçekleşirse gerçekleşsin Dünya için aynı etkiyi sağlayacaktır.

Bir rapora göre en yüksek kaliteli “karbon karşılığı” çöp depolama alanlarındaki metan gazından çıkıyor. Metan CO2’den daha etkili bir sera gazı. Ancak bugün dünyada çöplerden çıkan bu gazı temiz enerjiye çevirerek karbon kredisi elde eden şirketler var. Böyle bir üretimle milyonlarca ton CO2’nin atmosfere salımı engellenmiş oluyor.

8. Verimli olKarbonsuz bir hayat düşüncesi bizleri daha etkili kaynak kullanımına, atık miktarını azaltmaya ve sonuç olarak da her yaptığımız eylemin çevreye olan etkilerini dikkate almaya yöneltecektir. İklim değişikliği konusunda daha pek çok yapılacak şey olduğunu göz önüne alarak -azalt, yeniden kullan ve dönüştür- prensibini tüm hayatımıza yaymak hem bireysel hem de toplumsal açıdan olarak yapılacak en iyi çevre koruma etkinliklerinin başında gelecektir.

9. Karbon salımı düşük olan ürün ve hizmetler üret / tüket Enerji verimli ürünlerden yenilenebilir enerji sistemlerine kadar pek çok çevre dostu ürün ve hizmete yönelik pazar gün geçtikçe büyümektedir. Ürünlerin tasarımı aşamasında enerji verimliliğini artırıcı birtakım eklemelerin yapılması tüketicileri daha sonra bu konuda önlemler almaktan kurtaracaktır (su ısıtıcıların yalıtım malzemeleriyle kaplandıktan sonra piyasaya sunulması gibi).

Bu konudaki sistematik yaklaşım ise ‘sürdürülebilir tasarım’ ilkesini benimseyerek yaşam döngüsü ve çevresel sorumluluk anlayışına uygun üretim yapmaktır. Bu yolla yapılan üretimin çevresel etkisi en aza indirgenebilecek, özellikle gelişmekte olan ülkelerde KOBİ’lerin çevresel performansları da aynı oranda yükseltilmiş olacak ve bu yöntemle piyasada rekabetçi konuma gelmeleri sağlanabilecektir.

10. Yeşil al, yeşil satYeşil ürün pazarı da gün geçtikçe büyümekte, tüketiciler seçme şansları olduğunda yeşil ürün satın almayı tercih etmektedirler. İş dünyası ise yenilikçi ürün tasarımları ve sorumlu pazarlama anlayışıyla tüketici tercihlerini olumlu yönde etkileme yollarına yönelmektedir. Bütün bunlara rağmen tüketicileri ürünün çevresel boyutu konusunda ikna etmek ya da bu tür ürünleri satacak alan bulmak halen oldukça zor. İş dünyasının tüketicileri marketteki basit bir üründen bilet rezervasyonuna kadar pek çok konuda daha yeşil seçimler yapmak konusunda yönlendirmeleri büyük önem taşıyor.

11. Birlikte çalışÖzel sektörde her geçen gün daha fazla şirket karbon salımlarını azaltmak için sivil toplum örgütleri ve hükümetlerle çalışmalar yapıyor. Örneğin Karbon Bilgilendirme Projesi (http://www.cdproject.net/) bu konuda çalışmalar yapan kar amacı gütmeyen bağımsız bir kuruluş olup 2000’in üzerinde kuruluşa iklim değişikliği ve sera etkisine yol açan gaz salımları hakkında bilgi sağlıyor.

Bunun yanında Kanada ve A.B.D. gibi bazı ülkelerde yerel ve ulusal hükümet temsilcileri iş dünyasıyla karbon konusunda çözümler üretmeye yönelik işbirliklerine yöneliyorlar. Kanada’daki Enerji Hizmet Şirketleri (ESCo’s) ve A.B.D.’de 1992 yılında kurulan Energy Star programı bunların en başarılı örneklerindendir. Amerikan iş dünyası ve tüketicileri Energy Star programı sayesinde sadece 2006 yılında 14 milyar dolarlık bir enerji tasarrufu sağlamayı başarmışlardır.

12. Müzakere etYaşanan iklim değişiklikleri şirket ve kurumların iletişim içinde ve şeffaf olmaları gerekliliğini de beraberinde getirdi. Gelişen internet teknolojisi ve yeni medya anlayışı artık şirketlerin, kurumların ve hükümetlerin “greenwash” (yeşil aklama) politikalarının arkasına saklanma eğilimlerini engelleyici faktörler olmuşlardır. Bunun yanında Küresel Raporlama Girişimi (GRI-Global Reporting Initiative) gibi kuruluşlar tarafından belirlenen göstergeler yoluyla yapılan raporlamaların da önemi artmaya başlamıştır. Şirketlerin iç iletişim, intranet, şirket yayınları vb. kanallar yoluyla çalışanlarını, müşterilerini, iştirakçilerini ve hisse sahiplerini karbon salımının azaltılması ile ilgili konularda bilgilendirilmesi şirket itibarı açısından büyük önem taşımaktadır.

Su ya da...


Yazan: Öğr. Gör. Mustafa ULUDOĞANİç Anadolu Kuraklıkla Mücadele ve Ekolojik Yaşam Derneği (AnaDoğa)
* Bu yazı İç Anadolu Doğa Koruma Federasyonu’nun Kasım 2006 tarihli bülteninde yayınlanmıştır.

Su, yaşamın ve bireylerin en temel gereksinimi olsa gerek. Hemen hemen tüm yaşamsal, sosyal ve ekonomik faaliyetlerin sağlıklı olarak sürdürülmesi temiz ve yeterli su kaynaklarına sahip olmakla mümkün. Günümüzde yaklaşık 2.5 milyar insan yetersiz ve kalitesiz su nedeniyle sağlıksız şartlarda hayatını sürdürüyor. Özellikle az gelişmiş ülkelerde ortaya çıkan hastalıkların %10’u yetersiz ve sağlıksız sudan kaynaklanıyor. Bununla birlikte araştırma sonuçları son 10 yıl içerisinde küresel su talebinin 6-7 kat arttığını gösteriyor. Bu oran dünya nüfusu artış oranının iki katından daha fazla. Dünya nüfusunun 2025’de 8.5 milyara, 2050’de ise 10-12 milyara ulaşacağı düşünüldüğünde, su yetersizliği nedeniyle insanlığı ne büyük felaketlerin beklediği zihinlerde canlanabiliyor. Birleşmiş Milletler’in verilerine göre 1,5 milyardan fazla insanın sağlıklı içme suyuna ulaşamadığı dünyamızda, 2 milyar 600 milyon kişi de atık suları arıtacak sistemlerden yoksun yaşıyor. Her yıl 250 milyon insan kirli sulardan bulaşan hastalıklara yakalanırken, 5 milyon kişi bu nedenle hayatını kaybediyor.


Türkiye’deki durum şu an bu kadar kötü olmasa da, geleceğe yönelik projeksiyonlar çok ciddi önlemler alınması gerektiğini gösteriyor. Yıllık kullanılabilir su miktarı 112 milyar m3 olan Türkiye’de, suyun % 70’i tarımsal sulamada, % 20’si endüstriyel amaçlı, % 10’uysa içme-kullanma suyu olarak kullanılmaktadır. Kişi başına düşen su miktarı ise yıllık 1430 m3’tür. Bu rakam, Irak için 2020 m3, Asya için 3000 m3 civarındadır. Önümüzdeki 20-25 yıllık süreç içerisinde ülkedeki tarım arazilerinin %75, evsel su kullanımının ise %260 artacağı göz önüne alındığında su kaynakları üzerindeki talebin ne kadar büyüyeceği daha rahat anlaşılabilir.
Son 40 yılda su kaynaklarının verimsiz yönetimi ve kullanımı sonucunda Türkiye’de yaklaşık 1.300.000 hektarın, yani toplam sulak alanların %50’sinden fazlasının yok olduğu bir gerçektir. Yanlış politika ve uygulamalar nedeniyle her geçen gün akarsu ve yeraltı sularımızın, göllerimizin durumu biraz daha kötüleşmektedir. Son 15 yılda yer altı sularımız Orta Anadolu’da aşırı kullanım nedeniyle 18-20 metre düşmüştür ve bu düşüş her yıl artarak sürmektedir. Yanlış ya da verimsiz sulama tekniklerinin kullanılması, eksik fizibilite ile ve/veya yanlış yerlere inşa edilen barajlar, evsel ve endüstriyel atıkların arıtılmaksızın sulak alanlara boşaltılması ve su havzaları etrafındaki kaçak ve dengesiz yapılaşma su kaynaklarının ve sulak alanların kaybedilmesinin en önemli nedenleri arasındadır.


Kısacası, eldeki su kaynaklarının daha dikkatli kullanılmaya başlanılmamasının ciddi sonuçlara yol açacağı açık ve kesindir. Yapılması gereken, etkili bir su yönetim politikası geliştirmek ve gerek ülke çapında gerek yerel yapılanmalarda bunu etkili bir şekilde hayata geçirmektir. Etkili bir su yönetim politikasının amacı su kullanımını verimli kılmak, su kaynaklarını korumaya yönelik önlemler geliştirmek ve toplam talebi azaltmaktır. 2009’da Türkiye’de gerçekleşmesi beklenen Dünya Su Forumu bu doğrultuda Türkiye’ye çok şey kazandıracaktır. Konunun önemi kamuoyunda daha fazla anlaşılacak, alınması gereken önlemler daha çabuk hayata geçirilecektir.
Sulak alan Nedir?Sulak alan kavramı “doğal veya yapay, devamlı veya geçici, suları durgun veya akıntılı, acı, tatlı, veya tuzlu denizlerin gelgit hareketlerinin çekilme devresinde altı metreyi geçmeyen derinlikleri kapsayan bütün sular, bataklık, sazlık ve turbalıkları” ifade eder. Sulak alanlar, biyolojik çeşitliliğin ve ekolojik dengenin korunması ve devamlılığının sağlanması açısından büyük öneme sahip; tropik ormanlarla birlikte yeryüzünün en fazla biyolojik üretim yapan ekosistemleridir. Yeraltı suyunu reşarj ve deşarj ederek taşkınların yok edici etkisini azaltır; taban suyunu dengeleyerek bulundukları bölgenin su rejimini düzenler. Yine bulundukları çevrenin nem oranını yükselterek başta yağış ve sıcaklık olmak üzere yerel iklim elemanları üzerinde olumlu etki yaparlar. Tortuları, besin maddelerini ve zehirli maddeleri alıkoyarak su kalitesini yükseltir. Ayrıca, sulak alanlar başta su kuşları olmak üzere çok zengin bir yaban hayatı barındırır. Yerli ve kıtadan kıtaya göç eden milyonlarca göçmen kuşun okyanusları aşmadan önce yumurtlama, yavrulama ve mevsimlik yaşama alanları olduğu için ekolojik açıdan son derece önemli habitatlardır. Sulak alanlar balıkçılık, tarım, hayvancılık, saz üretimi ve rekreasyonel kullanımlar açısından yüksek ekonomik değere sahiptir ve ekonomiye katkı sağlar. Tüm bu özellikleri nedeniyle sulak alanlar dünyanın doğal zenginlik müzeleri olarak kabul edilmektedirler.


Ancak içinde bulunduğumuz yüzyılda, dünyadaki sulak alanların %50’si sazlıkların kesilmesi, tarımsal amaçlı kurutma, sanayi kirliliği, içme suyu amaçlı kullanım, büyük baraj inşaatları ve yapılaşma nedeniyle yok edilmiştir. İnsanoğlu; ormanlara zarar vererek, nehirler üzerinde barajlar inşa ederek, sulak alanları tahrip ederek, iklimin istikrarını bozarak, karmaşık bir ekolojik güvenlik ağının iplerini çözmektedir. Sulak alanlar ekosistemin bir parçasıdır ve yok olmaları ekosistemin bozulması demektir.


Ülkemiz, coğrafi konumu, topoğrafik yapısı ve değişik iklim şartları nedeniyle tatlı ve tuzlu su ekosistemleri, geniş sazlık ve bataklık alanlar, bu alanları çevreleyen çayır, mera ve step alanları gibi değişik karakterdeki habitatlardan oluşan sulak alanlara sahiptir. Sahip olduğu bu farklı ekolojik karakterdeki zengin sulak alanlarıyla Türkiye, özelikle de İç Anadolu Bölgesi Avrupa ve Ortadoğu’nun en önemli ülkelerinden biridir. Batı Palearktik bölgedeki 4 ana kuş göç yolundan ikisinin Anadolu üzerinden geçmesi ülkemizdeki sulak alanların önemini daha da arttırmaktadır. Yüz binlerce su kuşu düzenli olarak ülkemiz sulak alanlarında kışlamakta ve kuluçkaya yatmaktadır. Türkiye, bu açıdan bakıldığında pek çok kuş türünün neslini devam ettirebilmesi için anahtar ülke konumundadır. Bu nedenle Türkiye’deki sulak alanların korunması herhangi bir ülkedekinden daha fazla önem taşımaktadır.


Ülkemizde özellikle 1950’li yıllarda sıtma hastalığını önleme şeklinde başlayan kurutma çalışmaları, tarım toprağı elde etme amacıyla 1990’lı yılların ortasına kadar devam etmiştir. Amik, Gavur, Emen, Avlan gölleri gibi 1 milyon 300 bin hektarın üzerinde sulak alanımız sonuçları hiç düşünülmeden çeşitli amaçlarla kullanılmak üzere kurutulmuştur Ancak, kurutmalar sonucu elde edilen arazilerin pek çoğunda istenilen tarımsal verime erişilememiş; bir kısım arazilerde çoraklaşma ve turbalıkların yanması gibi istenmeyen durumlarla karşılaşılmıştır. Ayrıca, yörenin su rejiminde meydana gelen bozulmalar ve iklimsel değişimlerin yanı sıra birçok canlı türünün neslinin tehlikeye düşmesi veya yok olması gibi telafisi mümkün olmayan sorunlar ortaya çıkmıştır.


Günlük hayatımızda çoğumuzun fazla önemsemediği, verimsiz ve atıl alanlar olarak nitelediği, hatta uzun yıllar sıtma hastalığının kaynağı olarak görüldüğü için kurutulan sulak alanlar doğal dengenin ve biyolojik çeşitliliğin korunmasındaki rolünün anlaşılması ve ülke ekonomisine sağladığı katkı nedeniyle, dünyada korunması öncelikli alanların başında yer almaya başlamıştır.
Ramsar Sözleşmesi2 Şubat 1971’de Iran’ın Ramsar kentinde imzaya açılan "Özellikle Su Kuşları Yaşama Ortamı Olarak Uluslararası Öneme Sahip Sulak alanların Korunması Sözleşmesi", bilinen adıyla “Ramsar Sözleşmesi”, doğa koruma konusunda düzenlenmiş ilk uluslararası sözleşmedir. Türkiye, Ramsar Sözleşmesi’ne Çevre Bakanlığı’nın kurulmasını takiben başlattığı girişimler sonucu 17 Mayıs 1994 yılında resmen taraf olmuştur Ülkemizde, toplam alanı 1 milyon hektarın üzerinde, 250 civarında sulak alan bulunmaktadır. Ramsar Sözleşmesi Taraflar Konferansı’nda kabul edilen su kuşları ve balık kriterlerine göre yapılan değerlendirmeler sonucu 250 sulak alanın 71’i uluslararası öneme sahip sulak alan olarak belirlenmiştir. Ülkemiz, Seyfe Gölü, Sultan Sazlığı, Göksu Deltası, Kuş (Manyas) Gölü ve Burdur Gölü’nü 1994 yılında; Gediz Deltası, Kızılırmak Deltası, Akyatan Gölü ve Uluabat Gölü’nü ise 1998 yılında Ramsar Sözleşmesi Listesine dahil ettirmiştir. Türkiye, sözleşmeye taraf olduktan sonra sulak alanların drenajını öngören projeleri programından çıkarmış, ayrıca ekolojik karakterini olumsuz etkileyecek birçok projeyi de revize etmiştir.


Sulak Alanlarımız Ne Durumda?


Geçmişte uygulanan projeler nedeniyle Ramsar Alanları da dahil olmak üzere pek çok sulak alanda hala sorunlar yaşanmaktadır. Sulak alanları besleyen akarsuların barajlarda tutulması, yönlerinin değiştirilmesi veya sistemden su alınması, tarım ve sanayiden kaynaklanan kirlenmeler nedeni ile su kalitesinin bozulması, sediment taşınması, yabancı türlerin sisteme bırakılması, saz yakılması ve kontrolsüz saz kesimi bu sorunların başlıcalarıdır. Bunların yanı sıra, henüz çok az sayıda alanda yönetim planının hazırlanabilmiş olması, alanları yerinden yönetebilecek mekanizmaların bulunmayışı, kurum ve kuruluşlar arasında iletişim ve işbirliğinin yeterli düzeyde sağlanamaması gibi nedenler koruma çalışmalarında başarıyı engellemektedir. 30 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe konan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği, bu konuda uzun yıllar sıkıntısı çekilen hukuki boşluğu büyük ölçüde doldurmuştur. Özellikle yönetmelikle kurulan "Ulusal Sulak Alan Komisyonu" ve “Yerel Sulak Alan Komisyonları” da yerel yönetimler, yerel STKlar ve alanı kullananlar arasında iletişim ve işbirliğinin geliştirilmesi bakımından önemli bir mekanizma olmuştur. 8. Taraflar Konferansı’nda kabul edilen Ramsar 2003-2008 Stratejik Planı dikkate alınarak ilgili kamu kurum ve kuruluş uzmanlarının katılımı ile hazırlanan "Türkiye’nin 2003-2008 Ulusal Sulak Alan Stratejik Planı" son derece önemli bir çalışma olup, sulak alanların korunması ve akılcı kullanımında tüm kurum ve kuruluşlar için rehber olacaktır.

Kısıtlı yağışlara karşın bir zamanlar sulak alanlar bakımından Türkiye’nin en zengin yörelerinden biri olan İç Anadolu’da bugün neredeyse bütün sulak alanlar kurumuş durumdadır. Suğla Gölü (16.500 ha.), Samsam Gölü (830 ha.), Tersakan Gölü (6.400ha.) Yarma Bataklığı (10.000 ha.) Arap Çayırı (20.000 ha.) Hotamış Sazlığı (16.500 ha), Eşmekaya Sazlıkları (11.250 ha.) Karapınar Ovası (15.00 ha.) Ereğli Sazlıkları (1.500 ha.) yalnızca Konya Ovası’nda kaybettiğimiz alanlardır ve toplam genişliği 115.180 ha. civarındadır. Bu kayıpların arkası gelmektedir. Bütün bunların altında yatan en büyük etkenlerden biri tarımsal faaliyetlerin bilinçsizce yapılması ve bunun küresel ısınmadan kaynaklanan süreci hızlandırmasıdır. Türkiye’nin tuz deposu Tuz Gölü, en büyük tatlı su gölü Beyşehir, Eber, Akşehir ve daha birçoğunu ya kurutuyoruz, ya kirleterek kullanılamaz hale getiriyoruz. Kaybetmek üzere olduklarımızın bunlarla sınırlı olmadığını tahmin etmekte zor değil. Ülkemizin su zengini bir ülke olmadığı, uluslararası ölçütlere göre su sıkıntısı çeken ülkeler arasında değerlendirildiği her zaman hatırlanmalıdır. Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de suya olan gereksinim her geçen gün artarken, kirlenme ve yanlış kullanım nedeniyle su kaynaklarımız hızla azalmaktadır. Gelecek kuşaklara sürdürülebilir bir yaşam ve gelecek bırakmak için, herkesi sulak alanlardaki kültürel ve biyolojik zenginliğimize ve su kaynaklarımıza sahip çıkmaya çağırıyoruz.

Su kullanımı için herkese öneriler


Bir evde suyun %35’inin banyoda, %30’unun tuvalette, %20’sinin çamaşır ve bulaşık yıkamada, %10’unun mutfakta ve %5’inin de temizlikte kullanıldığını biliyor muydunuz? Yılda yaklaşık 650 ton su harcayan 4 kişilik bir aile, basit önlemlerle ortalama 140 TON tasarruf sağlayabilir.


İşte bizden size bazı öneriler:

• Sebze ve meyveleri elde yıkamak yerine, su dolu bir kapta yıkayın. Böylece, yılda 18 ton su tasarrufu sağlanabilir.

• Bulaşıkları elde değil makinede yıkayın. Böylece, yılda 28 ton su tasarrufu sağlanabilir.

• Dişlerinizi fırçalarken ve tıraş olurken suyu kapatın. Böylece yılda 48 ton su tasarrufu sağlanabilir.

• Duşunuzu daha kısa sürede tamamlayın. Duş süresini 1,5 dakika azaltan 4 kişilik bir aile, yılda 20 ton su tasarrufu sağlayabilir.

• Suyu daha iyi püskürten ekonomik duş başlıklarından kullanmaya özen gösterin. Böylece daha az su ile daha tazyikli duş alabilirsiniz.

• Sifonu gereksiz yere çekmeyin. Herkes sifonu 1 kere az çekerse, yılda ortalama 16 ton su tasarrufu sağlanabilir.

• Sifona 1,5 litrelik su dolu bir şişe yerleştirin. Bu şekilde yılda 2 ton su kurtarabilirsiniz.• Sifon çekildiğinde suyu renklendirsin ve temizlesin diye tuvalete asılan maddeleri kullanmayın. Bunlar kanalizasyona karışarak kirliliğe sebep olur.

• Çamaşır makinenizi ekonomik kullanın. Makineyi tam dolmadan çalıştırmayın. Uzun süreli programları kullanmaktan mümkün olduğunca kaçının. Haftada 1 kez daha az çalışan bir makineyle, yılda 9 ton su tasarrufu sağlanabilir.

• Arabanızı yıkarken hortum yerine kova ve sünger kullanın. Hortumla yıkama, yaklaşık 550 litre su kullanımı demektir.

• Evde bozuk tesisat bırakmayın. Bozuk musluklardan ve tuvaletlerden sızan su, evinizdeki toplam su tüketiminin % 5'i kadardır. Saniyede 1 damla akıtan musluk tamir edilirse, yılda 1 ton su tasarrufu sağlanabilir. Su borularının kaçak yapmadığına emin olun. • Bahçenizi sulamak için, buharlaşmanın az olduğu sabah ya da akşamüstü saatlerini tercih edin.• Suyu kireç ve bakterilerden arıtan filtreler kullanın.

KaynaklarVitra Artema SunuşWWF Türkiye http://www.wwf.org.tr/ Yeşiliz Sayı 3 Mayıs Haziran 2007

Susuzluğa Çözüm Modern Teknoloji!

Kaynak:www.cevreciyiz.com
Yazan:Hatice Dinç SarısoyDoğa DerneğiSulakalanlar Koordinatörü

Bugün evde sular akmıyor. Musluktan birkaç damla aksa da ellerimi yıkasak diye düşünüyoruz. Şansa bakın, açık bırakınca banyodaki musluktan ip gibi ince bir su sürekli geliyor, en alt katta olduğumuz için olsa gerek. Hemen altına bir kova yetiştiriyoruz. Bir gün boyunca o doldukça boşalttığımız kovada biriken su içiliyor, bulaşıklar yıkanıyor, ev temizleniyor. İpince akan suyun doldurduğu beş kova suyun, bunca işimizi görmesine şaşıyoruz.

Yazı susuz geçiren ama alt katta olduğu için şanslı bir evde durum bu. Üst kat komşularımız ise Ankara dışına kaçmış duyduğuma göre.

Bu yaz suyun değerini anladık mı? Zaten biliyorduk diyor konuştuğum arkadaşlarım. Su çok önemli, küresel ısınma da geldi kapımıza dayandı. Bu yüzden önlemler alınmalı. Peki ne gibi önlemler diyorum? Daha çok baraj yapılsın diyorlar… Ama ya asıl sorunumuz barajlardaki suyu doğru kullanamamak ise? Yeni baraj yapmak sorunu çözer mi?

Dünyada en çok baraja sahip ülkelerden biriyiz ama hala susuzuz. On binlerce, yüz binlerce kuyumuz var yine de susuzuz. Belki bu sene musluklarımız susuz kaldı ama son 50 yılda Türkiye’deki sulak alanların yarısı yani Marmara Denizi’nden daha büyük bir yüzölçümüne karşılık gelen doğal sulak alan kayboldu. Nasrettin Hocanın maya çaldığı Akşehir gölü bile kurudu, maya artık çamura çalınıyor. Türkiye’deki tüm göllerin yarısını kurutarak yaptığımız yüzlerce baraja rağmen bu susuzluk, bu kuraklık neden?

Sofraya suyu huni ile taşıyoruz.
Çünkü suyu musluktan sofraya kocaman bir deliği olan bir huniyle taşıyoruz, suyumuz çok ama susayana ulaştıramıyoruz. Sofradaki susuz kalınca deliği kapamak yerine ikinci bir huni daha doldur diyoruz.

Barajlarda topladığımız suyun yarısı barajlardan evimize ya da tarlamıza gelene kadar yolda kaybediliyor. Eski teknoloji borulardaki patlaklar, kayıplar, kaçaklar, buharlaşmalar… Resmi rakamlar gerek içme suyu gerekse sulama suyu getirmede bu kaybın % 50 oranında olduğunu doğruluyor.

Kaldı mı suyun yarısı? Onun da en az yarısını israf ediyoruz. Evde açık kalan, damlayan musluklar, patlak ya da sızdıran borular, suyu aşırı kullanan eski teknoloji makineler ve tabii ki suyu hiç bitmeyecekmiş gibi kullanan bizler. Şehirlere ayrılanın beş katı kadar su götürdüğümüz tarlalarda ise kimi yerlerde suyun %95’ini boşa harcayan dededen kalma sulama yöntemleri.

Bazı rakamlar:
“Ülkemizde sulanan alanların %94’ü, suyu israf eden yüzey sulama metotları (karık, tava ve salma) ile yapılmakta. Oysa yüzey sulama yöntemi yerine basınçlı sulama sistemlerinin kullanılması ile tarımsal sulama için kullanılan sudan tüm ürünlerde en az % 50 oranında tasarruf sağlanabilmekte.”

%50 tasarruf sağlanması 340 adet Ömerli Barajı ya da 12000 adet Çubuk I ya da 5 adet Keban Barajı hacminde suyun ülkemize geri kazandırılması anlamına geliyor!

Evlerde ise daha az su ile ihtiyaçlarımızı karşılayan çamaşır ve bulaşık makineleri, yeni tasarım duş başlıkları, sifonlar, musluklar harikalar yaratıyor. Kalabalık alanlarda, kamu tuvaletlerinde fotoselli musluk ve sifonların hem kullanımı kolay, hem hijyen sağlıyor hem de tek damla suyu boşa akıtmıyor.

Modern teknoloji ilk bakışta pahalı gibi görünse de gerçekte çok kısa zamanda maliyetini çıkarıp daha ucuza geliyor. Alternatifi olarak önerilen yeni barajlar ise bu önlemler alınmadan çözüm olmadığı gibi ateş pahası. Üstelik bir barajın planlandığı maliyetinin en az 5-10 katına tamamlanabildiği de dünya çapında bilinen bir gerçek.

Siz olsanız bu kayıpları durdurarak eleği değiştirmek yerine musluğu daha çok mu açarsınız? Hele modern sulama sistemleri daha ucuz, daha uzun vadeli ve daha çevre dostu ise?

26 Ağustos 2008 Salı

Klima bağımlılığını herkes yenebilir!


Şu sıcak yaz günlerinde çoğumuz klimalara bağımlı hale geliyoruz, ama ne yazık ki serin havanın da bir bedeli var. Yaz aylarında verilere göre sadece ABD'de kullanılan bütün enerjinin yarısı klimaları çalıştırmaya gidiyor ve her sene klima bağımlılığı 100 milyon ton karbon dioxide atılımına sebep oluyor. Belki de kendi iyiliğimiz için biraz fazla serinleniyoruz...

Ama bunları durdurmak için sizler de birşeyler yapabilirsiniz!
  • Yaz sıcaklığı biraz düşmeye başladığında, klimanızı dışardaki günün en yüksek sıcaklığından 10 F daha düşük yapmaya çalışın. Böylelikle 72 F den sonra yükseltilmiş her derece için yüzde 3 enerji tasarrufu yaparsınız.

  • Mümkünse vantilatör çalıştırmak en iyisidir.

  • En sıçak ve güneşli günlerde perdeleri yada varsa panjurları kapatmak fark yaratır.

Kaynak: The Green Guide

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Bazı ECO-Tatil önerileri




Tatile çıkarken gezegenimizi de düşünmeyi unutmayın! Gezegenimizi fazla yormayan tatil alternatiflerinin çevremize katkısı olduğu gibi oldukça ekonomik olabileceğini de eklememiz gerek. Aşağıdaki alternatifleri deneyerek kendinize sene içinde belki tekrar tatile çıkma imkanı bulabilirsiniz.



  • Tek bir yerde yer değiştirmeden tatil yapmak yerine birden fazla yere seyahat etmeye çalışın. Tek bir lokasyonda tatili geçirmek sizi yavaşlatabilir. Tatil programınıza mümkün olduğunca çok değişiklikler getirmeye çalışın. Bu seçim aynı zamanda daha az bilgisayar, telefon, TV vs. kullanımından size daha çok enerji tasarrufu getitirir.
  • Mümkün olduğunca toplu taşıma araçları, bisiklet ve tabi ki yürüyüşü tercih edin.
  • Yerel konaklama alternatiflerinin büyük tesisler tarafından tehlike altında olduğu şu sıralar, onları korumak adına yerel yapıları tercih edin.
  • Evde, otelde, arabada vs. mecbur kalmadıkça klima kullanmayın.
  • Hafif organik ve yerel tatları keşfedin.
  • Hatırlatmaya gerek yok; kamp, piknik vs. gibi yerlerde aman ateşe dikkat!





Bazı Yeşil Alışveriş Kuralları


KOZMETIKte dikkat etmeniz gereken 12 tehlikeli kimyasal:


Antibakteriyeller
Kömür katranı renkleri: FD&C Blue 1, Green 3
Dietanolamin (DEA)
1,4-Dioksan
Formaldehit (diazolidinyl urea, imidazolidinyl urea and qualterniumcompunds)
Ftalat içeren kokular
Kurşun ve Cıva
Nanopartiküller
Metil-, propil-, butil-, isobutil-, köklü kimyasallar
Petrol ürünleri
Para Fenilen diamin (PPD)
Hidrokinon

OYUNCAKlar da tehlikeli olabilir

Tercih edilmesi gereken maddeler:
· Organik, ham pamul, yün
· Masif-yarı bitmiş tahta
· PVC içermeyen oyuncaklar: örn. Lego, Chicco, Early Start...

Kaçınılması gereken maddeler:
PVC plastik
Pillerdeki cıva
Metal oyuncak ve takılardaki kurşun
Güvesavar kumaş

Aşağıdaki MEYVE-SEBZElerin ORGANİK olanlarını tüketin:
Tarım ilacına en fazla maruz kalan ürünler:
Şeftali
Elma
Çilek
Armut
Nektar
Ispanak
Patates
Kereviz
Acı biber
Dolmalık biber

GÜNEŞ KREMİ alırken bu kimyasallardan kaçının:
Homosalate
Oktinoksat (Octyl-methoxycinnamate)
Padimate-0
Parsol 1789
Parabens
Böcel uzaklaştırıcı (DEET)
PABA
Benzofenon-3

YATAK-YORGAN alırken...
Kaçınılması gereken maddeler:

Neme-lekeye karşı işlem görmüş malzemeler; PFOA (Teflon)
Sentetik Malzemeler (hipoalerjenik hav)

Tercih edilmesi gereken maddeler (Şilte)
Yün kılıflar
Organik pamuk ve sentetik olmayan lateks dolgular
*Hem dolguda hem de kılıfta organik pamuk kullanılıyorsa doktorunuza başvurun
*Şiltelerin üretim tarihini kontrol edin. 2005’ten önce üretilenler PBDE içerebilir.

Tercih edilmesi gereken maddeler (Yastık)
Kapok
Karabuğday kabuğu
Sentetik olmayan lateks
Ham yün
Organik pamuk
*Kapok: tropikal bir ağaçtan elde edilen pamuğa benzer madde.

Kaynak: National Geographic Green Guide








15 Temmuz 2008 Salı

Dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldı...

16.05.2007 Ntvmsnbc

İklim değişikliği felaketinin eşiğindeki dünyayı kurtarmak için sadece 5 yıl kaldığı belirtildi.

Dünya Doğal Hayatı Koruma Fonu (WWF), dünyanın iklim değişikliği felaketine uğraması için 5 yılın bulunduğunu belirterek, hükümetlere, karbon emisyonlarını azaltarak gidişatı tersine çevirmek için harekete geçmeleri için 2012’ye kadar zamanları olduğu uyarısında bulundu.

Sky News’un internet sitesindeki habere göre, kuruluşun yetkililerinden James Leape, “olumlu değişikliğin tohumlarını ekebilmemiz için küçük bir zaman dilimimiz var ve bu süre önümüzdeki 5 yıl” diyerek bu süreyi heba etmemek gerektiğini belirtti.

WWF’nin “2050 İçin Vizyonlar” raporunda, hükümetler bunu yapmazlarsa “gelecek kuşakların, harekete geçme yeteneksizliğinin yol açtığı güçlüklerle yaşamak zorunda kalacakları” belirtildi.

WWF’nin İngiltere iklim değişiklikleri programı sorumlusu Keith Allott da iklim değişikliğinin çapının göz korkutucu olmasına karşın, acilen harekete geçilmesi halinde bu gidişatın durdurulabileceğini söyledi.

10 yıl içinde 1500 bitki türü yok olabilir


14.07.2008 Ntvmsnbc


Küresel ısınma böyle devam ederse 10 yıl içinde 1500’e yakın bitki türü yok olacak.
Uzmanlar uyardı... Küresel ısınma nedeniyle son 20 yılda, 13 bitki türü tamamen yok oldu.
Isınmanın bu hızla devam etmesi halinde ise 10 yıl içinde 1500 bitki türü tehlike altına girecek.
Uzmanlara göre, insanlar bilinçlendirilmeli, ülkeler de çeşitli önlemleri bir an önce uygulamaya koymalı.

13 Temmuz 2008 Pazar

Bunları biliyor musunuz?


Kaynak:www.cevreciyiz.com
Bunları biliyor musunuz?
Küresel ısınma nedeniyle 2080'e kadar 200 - 600 milyon insanın açlık çekebilir, 1,1 - 3,2 milyar insanın da susuzluktan etkilenebilir.


Yurdumuzda doğal olarak bulunan 9000 bitki türünden 3000'i sadece Türkiye'de yaşıyor.


Ülkemizde yaşayan hayvan türü sayısı tüm Avrupa kıtasında yaşayan hayvan türlerinin 1.5 katı.


Ülkemizde doğal olarak yaklaşık 120 memeli, 450 kuş, 13 sürüngen, 350 balık türünün yaşamakta ve 15 memeli,


Dünyanın büyük kuş göç yollarından ikisi Anadolu’dan geçiyor.


Ülkemizdeki toprakların üçte ikisinin su veya rüzgar erozyonu etkisi altında.


Her yıl 1 cm. kalınlığında ve Kıbrıs Adası büyüklüğünde toprağımızın erozyonla yok oluyor.


Bir ton kullanılmış beyaz kağıt, geri kazanıldığında 16 adet çam ağacının,


Geri dönen her bir ton cam için yaklaşık 100 litre petrol tasarruf edilmiş olur.


Türkiye'de yaklaşık yılda 1 milyon ton kağıtla gereksiz yazışma yapılıyor.


Otomobilinizi hortumla yıkadığınızda yaklaşık 550 litre su harcamış olursunuz.


Bir cam şişe doğada 4000 yıl, plastik 1000 yıl, sakız 5 yıl, bira kutusu 10-100 yıl, sigara filtresi 2 yıl süreyle yok olmaz.


Büyük bir kayın ağacı, 72 kişinin 1 günlük oksijen ihtiyacını karşılar.


Dünyadaki mevcut suların ancak % 1'i kullanılabilir.


Dünya yüzeyinin % 6’sı çölleşmiş, % 29'u çölleşmek üzere.



Kaynak:www.cevreciyiz.com

Kıyamet, biyolojik istila ile gelecek...


Kıyamet, biyolojik istila ile gelecek 08.01.2007

HürriyetBilim adamları, insanlığı ve dünyayı yakın gelecekte bekleyen en büyük tehlikenin kolay para kazanma hırsı ve 'daha verimli oldukları' gerekçesiyle ithal edilen bitki ve hayvanların yol açtığı 'biyoistila' olduğu uyarısında bulundular.


NEWSWEEK Dergisi, son sayısında "biyoistila tehdidi"ni kapak konusu yaptı ve geldikleri yerde önü kesilemez bir şekilde doğayı yok eden canlı türlerinin binlerce yeni hastalığın ortaya çıkmasına da neden olduğunu vurguladı.


İYİ PARA KAZANMAK

Newsweek’in haberine göre, birkaç yıl öncesine kadar dünyanın en güzel sahillerine sahip Brezilya, şimdi kumları kaplayan milyonlarca dev Afrika salyangozu ile mücadele ediyor. Afrika salyangozları, 19 yıl önce 1988’de ekonomiye katkı olması amacıyla bir kasa dolusu ithal edilmişti. Brezilyalı salyangoz üreticileri, kısa sürede bir kiloya ulaşan ve her bir seferinde 2 bin yumurta veren dev Afrika salyangozlarını büyük bir keşif ve mucize olarak değerlendirerek ithal etmiş ve tüm dünyaya ithal ederek iyi de para kazanmışlardı.


DOĞAL DÜŞMANI YOK

Ancak doğal düşmanlarının bulunmadığı ortamda kısa sürede çoğalan dev salyangozlar, fare artıklarından, çöplere varıncaya kadar her şeyi yemeye başladılar. Fare artıklarından alınan parazitler ise, içme suyu ve bitkiler aracılığıyla insanlarda menenjitin en ölümcül türlerini insanlara bulaştırıyor. Önce bir eyalete gelen salyangozlar, şimdi Brezilya’nın 27 eyaletinin 23’ünü kaplamış durumda. Her yerde ortaya çıkan salyangozlar, kendilerini yiyen fareler üzerinden tahıl ürünlerine binlerce Afrika kökenli bakteriyi bulaştırmış durumda.


İçme suyuna da karışan salyangozların yarattığı tahribatın büyüklüğü maddi olarak hesaplanamıyor. Brezilyalılar, şimdi yeri geldiğinde bitkileri yakarak, yeri geldiğinde de sulara ve çevreye zehir atarak salyangozlardan kurtulmaya çalışıyor. Ancak bilim adamları iş işten geçtiğini belirtiyor.


KÜRESELLEŞMENİN ZARARI

Cornell Üniversitesi öğretim görevlilerinden biyoloji uzmanı David Pimentel, bulundukları doğal ortamlarda, düşmanları olması nedeniyle kontrollü bir şekilde çoğalan binlerce tür hayvan ve bitkinin, ithal edildiklerinde, yeni geldikleri ülkelerde dengesiz bir şekilde çoğaldığına dikkat çekiyor. "Verimliliği yüksek" diye gerekçesiyle ithal edilen tahıl ve bitkilerin de milyonlarca farklı bakteri ve mikrobu beraberinde getirdiğine dikkat çeken Pimentel, "biyoişgal"in küreselleşmenin yan etkisi olduğuna dikkat çekiyor.


Arizona Üniversitesi çevre ekonomisti Charles Perrings ise, biyoişgal tehdidinin büyüklüğünün tahmin bile edilmediğini belirterek "Küreselleşmenin kaçınılmaz sonucu, maalesef tam bir kıyamet senaryosu" yorumunu yapıyor. Biyo-işgalcilere karşı yılda 120 milyar dolarYapılan araştırmalara göre ABD, biyo-işgalcilerin neden olduğu tarım ürünlerindeki yeni hastalıklarla mücadele için her yıl 120 milyar dolar harcıyor. Sadece ABD’de her yıl 50 bin yeni bitki hastalığı ortaya çıkıyor.


Hindistan, İngiltere, Avustralya, Güney Afrika ve Brezilya’da tahıl ve bitki hastalıklarına geçen yıl 228 milyar dolar harcadı. Biyo-işgalcilerin zararları, fakir ülkelerde doğanın yok olması, tarımın yapılamaması ve açlık olarak ortaya çıkıyor.


Biyo-işgalciler, uzun yıllar uykuda da kalabiliyor. Güney Afrika Cumhuriyeti’nden bir yüzyıl önce bir avuç tohum olarak İngiltere’ye getirilen kırmızı ve sarı renkte çiçek açan özel bir çim, küresel ısınma sonucu iklimin yumuşamasıyla aniden ortaya çıktı. Güney Afrika çimi o kadar hızlı yayıldı ki, İngiltere’nin güneyindeki birçok bölgeyi tamamen kapladı. İngiliz bilim adamları, her yerde biten bu yeni çimi şimdi nasıl yok edeceğini düşünüyor.


ABD’nin Hawaii Adaları ise, iki yüzyıl önce adaya farelerle mücadele için getirilen yılanlarla bir türlü baş edemiyor.


Filipinler’in, sivrisineklerde mücadele için getirdiği balıklar ise, göl ve sahilleri kaplamış durumda. Neredeyse deniz ve akarsulardaki tüm balıkları yok eden sivrisinek katili balıklar içen Filipinliler, şimdi tüm canlıları yok etme pahasına sularını zehirliyor.


Çin, ülkeye gelen Amerikan güvesinin yok ettiği 1.3 milyon rektar bambu ve ormanlık alanı nasıl kurtaracağını düşünüyor. Çinlilerin bu yılki karabasanları ise, Filipinliler gibi sivrisinekle mücadele için ithal ettikleri kontrolden çıkan egzotik balıklar.

"Environmentalism"





































4 Temmuz 2008 Cuma

"Biz ne yapabiliriz?" - Sami Kohen'in yazısı

6.02.2007
ÖNCEKİ gün BM'ye bağlı "İklim Değişikliği Paneli"nin küresel ısınma konusundaki raporuyla ilgili yazımıza okurlarımızdan bir hayli tepki aldık.Yazıda Türkiye'de çevre sorunlarına pek az ilgi gösterildiğinden yakınmış, küresel ısınmadan dolayı bütün dünyayı olduğu gibi bizi de bekleyen felaketlerin önüne geçmek için, devletin yanı sıra, bireylere de görevler düştüğünü belirtmiştik.Bazı okurlarımız, rapordaki tespitlerden kaygı duymakla beraber, şu soruları soruyorlar: "Küresel ısınmaya biz mi sebep oluyoruz? Bunun sorumluluğunu taşıyan zengin ülkeler düşünsün"... "Türkiye'de hükümet, belediyeler bu olaylara kayıtsız iken, millet kendi başına ne yapabilir?.."BBC Türkçe yayınında dinlediğimiz şu haber sanırım bu soruları yanıtlıyor.İngiltere'nin 1000 nüfuslu Ashton Hayes köyünde, Garry Charrock adında bir fert, çevre sorunları konusunda duyduklarının etkisiyle, kendi küçük topluluğunda bir hareket başlatmaya karar veriyor. Köy halkını bir toplantıya çağırıyor. Aldığı destekle Chester Üniversitesi'nin uzmanlarını devreye sokuyor. Köy halkı uzmanların tavsiyelerine uymaya başlıyor. Sonuç: Bu köyde şimdi "bireyler" daha az elektrik tüketiyor, bisiklet kullanıyor, evlerinde ısı kaybını önleyen sistemler kuruyor, damlara güneş panelleri konuyor, vesaire... Garry Charrock şöyle diyor: "Köyümüzde iklim değişikliğinden endişe duyan çok kimse vardı. Herkes, hep birlikte çalışınca, her şey kolaylaştı"...

Herkese vazife...
BM raporu vesilesiyle çeşitli yayınlarda tüm ülkelerde vatandaşların yapabileceklerinin listeleri yer aldı. Ancak bunların uygulanması için herkesin küresel ısınma denilen olgunun yarattığı tehlikenin bilincinde olması, "Bunu önlemek bana mı düştü?" veya "Bize evvel Allah bir şey olmaz" zihniyetinden kurtulup harekete geçme kararlılığını göstermesi lazım.Türkiye gibi, küresel ısınmaya yol açan sera gazları emisyon oranı yüksek olan bir ülkede, halkın bu yönde eğitilmesi ve bilinçlendirilmesi büyük önem taşıyor. Bunu kim yapacak? Devlet, eğitim kurumları, sivil toplum örgütleri, medya, meslek kuruluşları, siyasi partiler, dini makamlar...

Ürkütücü gerçek
Son BM raporundan da anlaşıldığı gibi, Türkiye atmosfere en çok karbondioksit salıveren 20 ülke arasında yer alıyor.Türkiye'nin küresel ısınmaya "katkısı", sanayileşmiş birçok ülkeden de fazla. 2004'te Türkiye'den atmosfere salıverilen karbondioksit miktarı 294 milyon ton olarak hesaplanıyor ki, bu da son 14 yılda yüzde 72'lik bir artış demektir.Türkiye, Kyoto Anlaşması'nı imzalamadı. Ankara'nın şimdiye kadar resmi görüşü şuydu: Türkiye hızla kalkınmak zorunda. Sanayileşmenin bir sonucu da bu oluyor. Çevreyi korumak pahasına bu hızı kesemeyiz...Bu yanlış tavır, şimdi artık tartışılıyor. Bunun pratikte yol açabileceği olumsuz sonuçlar şimdi daha iyi anlaşılıyor. Türkiye'nin daha gecikmeden Kyoto Protokolü'ne dönmesi ve çevreyi koruma tedbirlerini uluslararası camiayla işbirliği yaparak alması, uzun vadeli çıkarlarına daha uygun düşecektir.Halen sinemalarda oynayan "Uygunsuz Gerçek" adlı belgesel hepimiz için ibret alınacak derslerle dolu. Filmin yansıttığı gerçeğe "ürkütücü" demek daha doğru olur. Ama ürkütücü olduğu kadar, uyarıcı da... Belgeseli sunan ünlü Amerikan politikacısı Al Gore'un verdiği mesaj şu: Felaketi önlemek için hepimiz bir şeyler yapabiliriz...Evet, hepimiz...

Sami Kohen'in 6.02.2007 tarihli yazısı http://www.milliyet.com.tr/

Sudaki ayak izimiz ve Ne yapabiliriz?

Bir pamuku tişört satın alırken ya da hamburger yerken ne kadar su tükettiğinizin farkında mısınız? Suyu sadece duş alırken, temizlik yaparken ya da bahçe sularken harcamıyoruzç Örneğin bir hamburgerin üretiminde ne su kullanıldığını bulmak için, ekmeğin üretim sürecinde kullanılan girdilerin (buğday, çavdar vs.) sulanması için kullanılan su miktandan et için kesilen sığırın tükettiği suya kadar bütün su kullanımı hesaplanıyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı'nın (WWF) raporu yediğimiz gıdalardan, kullandığımız eşyalara her şeyin üretiminde kullanılan su miktarını ortaya koyuyor.

Daha az su gerektiren üretim teknolojilerinin benimsenmesiyle, tarımda verimli sulama tekniklerinin kullanılmasıyla, su maliyetierinin ürün fiyatına yansıltılmasıyla, üretiminde daha az su harcanan ürünleri kullanmak sudaki ayak izlerimizi azaltabilir.*
İşte ürünlere göre su harcamaları:
1 Domates (70g) -13 lt
1 Dilim ekmek (30g)-40 lt
1 Kadeh şarap (125 ml)-120 lt
1 Bardak bira (500ml) - 150 lt
1 Paket patates cips (200g) - 185 lt
Ambalajlı kahve (125ml)- 208 lt
1 Hamburger (150g) - 2400 lt
1 Pamuklu tişört (500g) - 4100 lt
1 çift ayakkabı sığır derisi - 8000 lt*
*National Geographic Temmuz 2008 sayısından

3 Temmuz 2008 Perşembe

Altı Derece Dünyayı Değiştirebilir!

Dünya'nın sonu beklenilenden de yakın bir zamanda mı gelecek? İnsan türü de büyük bir felaketin sonucunda dinazorlar gibi yok mu olacak? Bilimadamları 2100 yılına gelindiğinde, Dünya'mızın ortalama sıcaklığının 6°C artacağını düşünüyor. Etkilerini çoktan hissettirmeye başlayan küresel ısınma sonucunda, kutup buzulları çözülüyor, yüzyıllardır akan nehirler kuruyor, mercan resifleri ölüyor, iklimler değişiyor. Dünya'nın tükenmek bilmeyen enerji açlığı, bizleri hiç bilmediğimiz bir sona doğru sürüklüyor.

National Geographic, Altı° Derece'de küresel ısınmanın tek bir bölgedeki değil tüm Dünya'daki izlerini adım adım takip ediyor. Her 1 derecelik artışta Dünya'mızın nasıl değişeceğini bilgisayar grafikleri sayesinde canlandıran Altı° Derece, karanlık bir geleceğin sinyallerini verirken, çok geç olmadan harekete geçebilmek için çözüm önerileri de sunuyor.



Tanıtım filmi tam olarak şundan ibaret;
+ 1 Derece
Küresel marketlerde buğday kalmadı.

+2 Derece
Mercan resifleri öldü.
+3 Derece
Paris’te kum fırtınaları başladı.
+4 Derece
New York tamamen sular altında kaldı.
+5 Derece
İklim mültecileri az bulunur kaynaklar için savaşıyor.
+6 Derece
Dünya mezozoik* dönemdeki haline benziyor. Korkunç ne kelime kalır ama...


* Mezozoik Dönem, dinazorlar çağı olarakta bilinir. 251.4 milyon yıl önce başlamış ve 65.5 milyon yıl önce dinazorların yerlerini memelilere bırakmasıyla sona ermiştir. Kendi içinde Trias, Jura ve Kretase olarak 3′e ayrılır. Bu dönemde kıtalar henüz şu anki hallerini almamışlar ve bir bütün olarak durmaktadırlar. Kutuplarda buzullar yoktur, iklim sıcak ve karasaldır. Yaygın inanışa göre dünyaya çarpan göktaşı son kitlesel yok oluşu başlatmış ve dünyayı memeliler için daha uygun hale getirerek dinazorların milyonlarca yıl süren hükümdarlıklarına son vermiştir.
addthis_url = 'http%3A%2F%2Fwww.yazmakistedim.com%2Findex.php%2F2008%2F04%2F24%2F6-derece-dunyayi-degistirebilir%2F';
addthis_title = '6+Derece+D%C3%BCnyay%C4%B1+De%C4%9Fi%C5%9Ftirebilir';
addthis_pub = '';


Ek Özellikler:
# Live Earth Konser Röportajları ( 15 dakika Türkçe altyazılı)
# Elektrik Vampirler
i# Çevreci Isınma Yöntemleri
# Karbon Diyeti
# Gezegenimizi Koruyalım

Özellikler
Bölge 2
Orijinal Dil İngilizce
İzlenebilecek Dil Türkçe, İngilizce
Altyazı Türkçe
Süre 90
Sistem PAL
Ses Dolby Dijital İngilizce 2.0; Dolby Dijital Türkçe 2.0
Ekran oranları 4:3 Standart (Full Frame),1:33:1
ABD
Kod No : 8697492764446
1 Adet DVD. Bütün TV ekranlarına uygundur.

Yönetmen: Ron Bowman
Seslendiren : Alec Baldwin
Senaryo : Mark Lynas
Görüntü Yönetmeni : Erich Roland

1 Temmuz 2008 Salı

Türkiye'nin yeni 'Yeşiller Partisi' Ne kadar "Ekolojik"?


Aşağıda Türkiye Yeşiller Partisinin dün kurulmuş olmasıyla ilgili basın yazısı bulunmakta, kaynak kendi web sayfaları. Nasıl bir tesadüfse dün bütün yaşadıklarımızla birlikte partinin aynı gün kurulması uygun görülmüş...

'Ekolojik' ağırlıklı olduklarını savunsalar da son zamanlarda kirletilmiş 'demokrasi' sözcüğü de bazen kafa karıştırıcı, bazen kapalı bir uslupla parti yazılarında, temsili konuşmacıların konuşmalarında kulak tırmalamaya devam ediyor... 'Çevreciler' arasında (her ne kadar bu kelime de kirletilmiş olsa da) çevreciliğin arkasına saklanıp 'green shopping, green consumerism' denilen bu durumu bahane etme olgusu çok yaygınlaştı ve bence problemi daha da kritik bir noktaya getirdi. Bizim Yeşiller Partimizde de umarız böyle bir şey söz konusu değildir. Umarız söyledikleri gibi 'EKOLOJİ' ağırlıklıdırlar...

Web sayfalarında ( http://www.yesiller.org/) yayınlanmış basın bülteni:

"Yeşiller Partisi, bugün İçişleri Bakanlığı'na 40 kurucu tarafından yapılan başvuruyla kuruldu. Kurucular, İçişleri Bakanlığı önünde parti kuruluşunu bir basın açıklamasıyla ilan ettiler: 'YÜZÜNÜ GÜNEŞE DÖN, YEŞİLLER PARTİSİ KURULDU!
YÜZÜNÜ GÜNEŞE DÖN!
YEŞİLLER PARTİSİ KURULDU!



Yeşiller Partisi Eş Sözcüleri Bilge CONTEPE ve Ümit ŞAHİN tarafından İçişleri Bakanlığı önünde yapılan basın açıklaması:
Türkiye’nin sorunları dünyanın sorunlarından; geleceğimiz, yeryüzünün geleceğinden bağımsız değil. Küresel iklim değişikliği hızlanıyor. Doğal çevre tüketim toplumunun doymak bilmez ihtiyaçları için tahrip ediliyor. Nükleer tehdit tekrar kapıda. Kuraklık, su ve gıda krizleri büyüyor. Tüm canlıların yaşam hakkı savunmasız durumda. Ekolojik kriz derinleşiyor. Ortak evimiz olan yeryüzü, yaşanabilir olmaktan çıkıyor. Savaşlar bitmiyor. Şiddet, eşitsizlikler, yoksullaşma ve her türlü ayrımcılık yaygınlaşıyor. Toplumsal sorunlar ekolojik sorunlardan; ekoloji, politikadan bağımsız değil. Yeşil politika, artık yaşamsal bir zorunluluk.


Türkiye, demokrasinin eksikliğini her zamankinden fazla çekiyor. Sosyal devlet yok ediliyor; çalışanların, kadınların, gençlerin, azınlıkların, fiziksel ve sosyal engellilerin hakları budanıyor. Toplumsal ve siyasal alanda muhafazakarlaşma artıyor, özgürlükler tırpanlanıyor. Demokrasi dışı çözüm arayışlarını ve şiddetin dilini normal karşılayanların artması kaygı verici.
Dünyanın ve Türkiye’nin geleceğine, demokratik yollarla, politik ve insani bir müdahale gerekiyor.


Doğaya uyum, sürdürülebilir yaşam için küresel düzeyde mücadele, erkek egemenliğinin ve şiddetin reddi, doğrudan demokrasi, yerellik, adil paylaşım, özgür yaşam ve çeşitliliğin korunması ilkeleri doğrultusunda bir araya gelen ve uzun yıllardır bir toplumsal hareket olarak politika yapan Yeşiller, artık partileşiyor.

Yaklaşık 6 yıldır süren kuruluş ve örgütlenme çalışmalarının sonuna, Türkiye Yeşilleri partileşme çalışmalarını tamamlamış ve 40 kurucu üyeyle bugün Yeşiller Partisi’nin kuruluşunu İçişleri Bakanlığı’na sunmuş bulunuyoruz.

Bu uzun süre içinde, öncelikle bizi bir araya getiren temel ilkeleri belirledik. Yaptığımız uzun tartışmaların sonucunda siyasi programımızı oluşturduk. Örgütlenme ilkelerimiz ve çalışma yöntemimiz üzerinde uzun bir yaşayarak öğrenme süreci geçirdik. Türkiye’de görülmemiş demokrasi seviyesinde bir tüzükle yola çıktık. Yerelde, ülke çapında ve küresel düzeyde örgütlendik. Çeşitli il ve ilçelerde yerel gruplar oluşturduk, uluslararası alanda dünya yeşilleriyle olan ilişkilerimizi geliştirerek, daha parti kurulmadan Avrupa Yeşil Partisi’nin gözlemci üyeliğine kabul edildik, Akdeniz, Karadeniz ve Balkan Yeşil partilerinin bir araya geldiği yapılarda çalıştık, Küresel Yeşiller hareketinin bir parçası olduk.

Bütün bu çalışmaları yaparken, aynı zamanda siyasi bir hareket olarak çalışmalarımızı sürdürdük. Ekoloji mücadelesi yapan yerel hareketlerle birlikte olduk, ekoloji hareketinin büyümesi için destek vermeye, bu hareketleri politik düzeye taşımaya çalıştık. Savaş karşıtı harekette, sosyal forumlarda, nükleer enerjiye, küresel ısınmaya, sosyal hakların ortadan kaldırılmasına ve neoliberalizme karşı mücadele verilen ortak zeminlerde, farklı siyasi yapılardan dostlarımızla, gençler ve aktivistlerle birlikte sokakta olduk.

Bu uzun süreç, kurulacak olan partinin sağlam bir zemine basmasını, dünyanın geleceği için en yaşamsal ihtiyaç olan yeşil politik mücadeleyi bu topraklarda da kökleştirmeyi sağlayacaktır.
Yeşiller her zaman doğruyu söyledi. Yeşiller insanların duymak istediğini değil, gerçeği dile getirdi. Yeşillerin çözüm yolları artık bir seçenek değil, bir zorunluluk. Yeşil hareketin politik alanda güçlü bir ses olarak varolması gerekiyor.

Yeşiller Partisi’nin kuruluşunu yaşanabilir bir dünya ve adil bir gelecek için mücadele etme kararlılığıyla ilan ediyoruz."

*Ayçiçeği dünya çapında Yeşiller Partisinin sembolüdür.

Traji-'Komedi'- bile diyemeyeceğim...





































Dipnot: 'Materyalizm' tehlikesi


Son olarak eklemeden geçmek istemedim, İnsanlığı ve dünyayı yakın gelecekte bekleyen en büyük tehlikenin kolay para kazanma hırsı, ‘materialism’ olduğu gerçeğini artık kabul etmeliyiz…Bio-İstilalar, Bio-Terrorizm (son zamanlarda kenelerde gördüğümüz gibi) Bio-Savaşlar daha niceleri ve yaklaştığımız Bio-Kıyamet hepsinin altında yatan en büyük sebeplerden biri sonu gelmeyen egonun bir türlü tatmin olamadığı, Dünyanın uydusu Ay’ı bile satışa çıkardığımız ‘materyalizm’. Bunun sonu yok çünkü ego bazlı bir gerçek. Kürkleri için yok ettiğimiz hayvan türleri, ihtiyacımızdan fazla kullandığımız araç sayıları ve petrol savaşları, para para para para para para….Sonu var mı? ‘Dünyayı mafedersek Mars’a taşınırız.’ diyen, harcama temposundan ödün vermeyen gezegenimin insanları işte…

Doğal yaşamı yok etmenin bazı sonuçları...

Öncelikle hayvanların neslinin tükenmesi yemek zincirinde bir dengesizliğe sebep olur, bu da bazı türlerde populasyon patlamasına yada bazı türlerin yok olmasına sebep olur. Bu durum gerçekleştiğinde hayvanlar insan kaynakları için yarışmaya başlayabilir yada hayatta kalabilmemiz için gereken türleri yok edebilir. Buna varsayımsal örnek olarak sineklerin neslinin tükenmesiyle her yerin leşlerle dolması yada baykuşların yok olmasıyla olası fare populasyonunda patlama gibi birçok örnek verilebilinir. İnsanların varolabilmeleri doğal yaşamın devamlılığına bağlıdır. Sayılan sebeplerle birlikte hayvanlar aynı zamanda hastlıklara care bulabilmek için araştırmalarda kullanılıyor.

Bir tür yok olduğunda genomu yada o türün DNA’sındaki bütün genetik kod bilgisi ve şimdiye kadar geçirdiği üreme hücreleri yada doğal seleksiyonu dünyadan sonsuza dek yok oluyor. Yok olan sadece türler değil, genomu ve bu yüzden türün devamlılığıdır.

Son olarak hayvanlar toprağı tarıma uygun hale getirirler ve zehirli mantarları yok ederler. Belli mantarları yiyerek, gübre oluşturarak hayvanlar toprağı yenilerler. Toprak hayvanları olmadan toprak kötüleşip kullanılamayacak hale gelir. Ve tabi ki sağlıklı toprak olmadan bu kez İNSANLARIN NESLİ TÜKENİR…

30 Haziran 2008 Pazartesi

"NE YAPABİLİRİZ?"- Yazı serisi başlıyor

Nesli tükenmekte olan hayvan ve bitki türleri ile ilgili sayısız makale, araştırma ve öykü okumuşuzdur. Bunlar çoğu zaman ‘doğal hayat nasıl tehlikede, nasıl artık bazı türlerin burada olmadığına yada nasıl yok oluyor?’ konularına odaklanır. Bazıları bu kayıpların sonuçlarını ve etkikerini anlatır. Fakat bunlara baktığımızda genelde sadece yağmur ormanlarının insanlara ne yaptığı yazılır (oksijenin azalması karbon dioksidin artması, ve ozon tabakasının kötüye gitmesi gibi). Nadiren bazı yazılar bu gibi kötü değişimler için neler yapabiliriz? konusuna odaklanır. Bundan sonraki seri yazılar tamamen şu anda tehlike altında olan türlerle bunun insanlar ve çevremize üzerindeki etkisi ile bu konuda gezegenimizi kurtarmak için ne yapabiliriz? konusuna odaklanacak.

“Nesli tükenmek” türlerin yeri doldurulamayacak şekilde kaybı demektir. “Nesli Tükenmiş” olmadan önce türlerin sayısı çok azaldığında bu duruma “Endangered yada Endemik” denir. Verilere göre her sene 27,000 tür yok olmaktadır. 1998’de yapılan uyarıya göre şu anda “Altıncı Extinction” denilen dünyanın 4 milyarlık tarihinde en büyük yok olma tehlikesini yaşıyoruz. Uzmanlar bu durumun gezgenimizin gen havuzu ve biyo-çeşitliliğin geleceği için oluşturduğu tehlike konusunda uyarıyor.

Türlerin neden nesli tükenir?
Hayvanların nesilerinin tükenmelerinin sebeplerinden biri avcılıktır. Filler dişleri için sırf başkalarının ilgisini çekmek için süs amaçlı öldürülüyor. Bebek samurlar kendine güveni olmayan varlıklı insanlar için moda adına küçücük kürkleri için katlediliyor. Aslanlar, kaplanlar ve daha birok güzel kürke sahip hayvanlar samurların katledilme sebepleriyle avlanılıyor. Köpek balıkları büyüleyici dişleri ve kemikleri ve tıbbi amaçlar için yakalanıyor. Daha sayılamayacak bir çok hayvan vuruluyor, öldürülüyor, katlediliyor, sırf daha küçük ‘kafaları’ damgalamak için duvara asılıyor…

Türlerin bir başka yok olma sebebi ise şehir ve yerleşim gelişmesinden dolayı habitatlarına zarar verilmesidir. Tahmin edilir ki her sene Tropik Yağmur ormanlarından 17 milyon hektar yok etmekle birlikte dünyanın tarıma uygun en yüksek kalitedeki 75 milyar ton toprağı da her sene kaybediyoruz. Sadece Brezilya’da senede 5 milyon acre-yaklaşık dakikada yedi futbol sahası büyüklüğünde yağmur ormanları kayboluyor. Alışveriş merkezleri, oteller vs. için doğal yaşamdan sürekli toprak çalınıyor. Şehirler sürekli nufus ve ekonomik anlamda plansız genişliyor. Bu çalınan alanlarda yaşayan canlıları ortamlarını bozmadan başka yerlere taşımak adına çok az yada hiç çaba gösterilmiyor. Ormanlar çıplak ve hayatsızlaşırken nehirler zarar görüyor. Evet zaman zaman ağaç dikme, orman yaratma eylemleri görüyoruz fakat yapılan zararı ne yazık ki karşılayamıyor.

Doğal hayatın yok olmasının üçüncü sebebi ise fabrikalar ve araçlardan çıkan kirliliktir. Her gün gereğinden daha fazla araç yola çıkıyor, şirketler dünyaya çevreye verdikleri zararı umursamadan dünyaya yayılıyor. Atık konusunda dikkatsiz olan bir çol şirket nehirleri, denizleri, okyanusları hedef alıyor.

Son olarak da DDT ve böcek ilaçlarının kullanımı doğal hayatı katlediyor. Bunlar canlılara zarar verdiği gibi bazı canlılarda adaptasyon ve mutasyonuna sebep oluyor. Belli hastalık, kanser oluşumları ve ozon tabakasına zararından dolayı faturası sonuçta bize de yansıyor….


*Gelecek yazı da ‘Doğal yaşamı yok etmenin sonuçları’ hakkında yazacağım.

29 Haziran 2008 Pazar

Küresel ısınmaya çözüm arayışı: 'Global Conference on Global Warming'


Küresel ısınmanın tartışılacağı 'Global Conference on Global Warming' 6-10 Temmuz - Istanbul Dedeman Otel' de düzenlenecek. Yerli ve yabancı birçok konuşmacının yer alacağı konferansa Hükümetlerarası İklim Değişikliği Kurulu (IPCC) Başkanı, Nobel Ödüllü Rajendra Kumar Pachauri de katılacak.

Detaylı bilgi: http://www.gcgw.org/

27 Haziran 2008 Cuma

Karıncayiyengillerden UZUN GAGALI EKIDNA'nın durumu kritik




Karıncayiyengiller (Myrmecophagidae-Echidnidae).

Yaşadığı yerler: Güney Amerika, Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine.

Özellikleri: Solucan gibi uzayabilen, yapışkan dilleriyle karınca toplayıp beslenen dişsiz memelilerdir. Tabanlarına basarak yürürler. Çeşitleri: Büyük karıncayiyen, cüce karıncayiyen, tamandua, dikenli karıncayiyen (ekidne) en iyi bilinen türlerdir.

Vücutları kıllı, koni veya hortum şeklinde uzunca yüzleri, solucana benzer uzun ve yapışkan dilleri, toprağı kazmaya yarayan güçlü pençeleri olan dişsiz memeliler. Güney Amerika;da yaşayan büyük karıncayiyen, cüce karıncayiyen ve tamandua memeliler sınıfının dişsizler (Edentata) takımının Myrmecophagidae familyasındandırlar.Karıncaayıları olarak da bilinerler. Karınca, arı ve termitlerle beslenirler. Ön ayakları kuvvetli olup, parmakları kanca tırnaklıdır. Bu tırnaklarla karınca ve termit yuvalarını kolayca bozarlar. Avustralya, Tasmanya ve Yeni Gine'de bulunan karıncayiyenler ise, tekdelikliler (Monotremata) takımının Echidnida familyasından olup, ornitorenk (gagalı memeli) gibi yumurtlayan memelilerdir. Dikenli karıncayiyengiller de denilmektedir. Sırtlarındaki sık kıllar arasında sivri dikenler bulunduğundan, dıştan kirpiyi andırırlar. Bacakları kısa ve beş parmaklı olup kuvvetli kanca tırnaklıdır. Uzun gagalı ekidne (Zaglossus bruijini) ve kısa gagalı ekidne (Echidna aculeatus) olmak üzere iki türü bilinmektedir. Bunlardan Uzun gagalı ekidna durumu en kritik 10 memeliler arasında yer almaktadır. Küçük gagalı ekidne en çok bilinen türdür. Avustralya dikenli karıncayiyeni olarak da bilinir. Boyu 35-50 cm kadardır. Kuyruğu ise bir santimetreyi pek geçmez. Ağırlığı 10 kilogramı bulanları vardır. Genellikle temmuz ile eylül arasında yuvarlak ve lâstikimsi tek yumurta yumurtlarlar. Fakat yumurtalarının üzerinde kuluçkaya yatmazlar. Dişi, yumurtasını karnındaki kesesinde 10-11 gün kadar taşır. Kesede kuluçka süresini tamamlayarak gelişen yavru yumurta dişi ile yumurta kabuğunu kırarak keseye yerleşir. Burada anne sütüyle bir süre beslenir. Başlangıçta yarım gramdan hafif olan ekidne yavrusu, 60 gün içinde 400 gramlık bir ağırlığa erişir.

Büyüyüp dikenleri çıkınca, anne onu toprakta açtığı bir çukura bırakır. Sütten kesilinceye kadar anne tarafından düzenli olarak burada emzirilir. Üç aylık olunca 900 gr ağırlığa ulaşır. Emzirme devresi yaklaşık olarak 200 gün sürmektedir.
Ekidnenin dikenlerinin uzunluğu altı cm kadardır. Avustralya yerlileri bu dikenleri oklarının uçlarına takarlar. Erkek gagalı memelide olduğu gibi, erkek karıncayiyenlerde de savunma organı olarak zehirli mahmuzlar mevcuttur. Tasmanya karıncayiyenlerinin dikenlerinin uzunluğu ekidneninkinden daha kısadır.

Amerika karıncayiyenlerinin postlarında dikenler bulunmaz ve yavrularını diğer memeliler gibi doğururlar. Ön ayakları 4, arka ayakları 5 er parmaklıdır. Büyük karıncayiyen (Myrmecophaga tridactyla) Güney Amerika'da yaşar. Boyu, 100 santimetrelik kuyruğu ile berâber 210 santimetreyi bulur. Ağırlığı 50 kg kadardır. Boz renkli postunun kıllarının uzunluğu 25 cm.yi bulur. Kuyruk kılları ise daha uzundur. Başın yanlarından sırtın her iki tarafına doğru uzanan siyah-beyaz bantları mevcuttur. Ön ayaklarının geriye kıvrık güçlü pençeleriyle karınca yuvalarını kolayca dağıtır. Bir kaç dakika içinde binlerce karıncayı yiyebilir. Yalnız yaşamayı sever. Hemcinsler eşleşme devrelerinde bir araya gelirler. Gebelik süresi 190 gün kadardır. Çoğunlukla tek yavru doğurur. Anne karıncayiyen, yavrusunu sırtında taşıyarak ona karınca yemeyi ve kendi hâlinde yaşamayı öğretir. Gündüzleri yüksek otlar arasında kuyruğu ile örtünerek dinlenir. Gece avlanmaya çıkar. Ağaçlara tırmanamaz. İnsan kadar süratlidir. Kuvvetli olup, insan ve köpekler için tehlikeli olabilmektedir. Tamandua (Tamandua tetradactyla) Orta ve Güney Amerika'da yaşar. Boyu, 40 santimetrelik kuyruğu ile beraber 100 cm kadardır. Postunun rengi sarımsı olup yanları siyah lekelidir. Çoğunlukla ağaçlarda yaşar ve iyi tırmanıcıdır. Sık çalılıklar arasında da dolaşır. Termitlerle beslenir. Geceleri ağaçlarda avlanır. Tehlike hâlinde pis kokulu bir madde çıkarır. Dişiler yavrularını korumak için sık sık bu kokuyu salarlar.
Cüce karıncayiyen (Cyclopes didactylus), bu âilenin en küçük üyesidir. Boyu, 18 santimetrelik kuyruğu ile beraber 38 cm kadardır. Postu tilki kızılı rengindedir. Dört parmaklı ön ayaklarının yalnız iki parmağı tırnaklıdır. Karınca ayısı olarak da bilinir. Orta ve Güney Amerika'nın ağaçlık bölgelerinde gizlenerek yaşar. Gündüzleri ağaç çatallarında uyuklayarak dinlenir. Geceleri av aramaya çıkar. Yalnız dolaşmayı sever. Karınca, arı ve termitlerle beslenir. Davranış ve üreme özellikleri hakkında fazla bir şey bilinmemektedir.
Karıncayiyenler kara hayvanı olmakla berâber iyi yüzerler. Kavgacı olmamalarına rağmen, yaralanınca veya sıkıştırılınca, keskin ön pençeleriyle tehlikeli olurlar. Vücudu yumuşak bir kürkle kaplı olan karıncayiyen ise bir başka hortumludur. Gündüzleri güneşin yakıcı sıcaklığından korunmak için bir gölgede uyuklayan karıncayiyen karanlığın çökmesi ile birlikte harekete geçer. Karınca yuvalarına ulaşmak için güçlü pençeleri ile toprağı kazdıktan sonra hortuma benzer kafasını içeri uzatarak açtığı deliğe yaslar. Yirmi santimetreye yakın ince uzun dilini delikten içeri uzatarak karınca yuvasının içerisinde dolaştırıp geri çeker. Yapışkan tükrüğü nedeni ile her seferinde yüzlerce karınca diline yapışarak onun sindirim sistemine doğru yol alır. Ama o hiç bir zaman yuvadaki karıncaların tamamını tüketmez. Karnı doyunca bir dahaki sefere kadar ara verir. Karıncalar ise devamlı çoğalarak kolonideki sayının gerektiği kadar olmasını sağlarlar. Alanın da verenin de memnun olduğu doğa tarafından kurulmuş, güzel bir dengedir bu.

26 Haziran 2008 Perşembe

UZUN KULAKLI JERBOA







Tehlike altında olan türlerden fare benzeri bu kemirgen Moğolistan ve Çin’in belli bölgelerinde yaşıyor. Hakkında çok az bilimsel veri var. En önemli özelliği kulaklarının kafasından üçte bir oranında daha büyük olması. Bu özelliğiyle, dünyanın vücuduna göre en büyük kulaklara sahip hayvanı.






Pigme Su Aygırı


1,5 ila 1,75 metre boyundaki ve 160 ila 270 kilo ağırlığındaki pigme su aygırı bugün sadece Batı Afrika’daki birkaç ülkede yaşıyor. Birbirinden ayrı alanlarda yaşayan 2 ila 3 bin örneği hálá hayatta. Nijerya’daki son örneklerinin de tükendiği ve sadece Liberya ile Sierra Leone’de yaşadığı tahmin ediliyor.

Uzaktan duyulan çığlığıyla meşhur indri de tehlikede







Bir lemur türü olan indri Malgaş halkınca kutsal kabul ediliyor. Ormanlarla birlikte yok olma tehdidiyle karşı karşıya. İndriler kilometrelerce uzaktan duyulan çığlığıyla meşhur.